5 Ocak 2014 Pazar

Bu yaka

Bazen kendimi boşlukta sürükleniyor gibi hissediyorum. 45 dakikalık uyku aralarında yaşamaya çalışıyorum. Oğluş uyuduğunda, aklımdan acaba ne yapsam diye kırk tane şey geçerken yorgunluktan sadece oturup kalıyorum çoğu zaman.

Gerçi bunca yıl ne yaptın çocuk yokken diyeceksiniz. Çok mu sosyaldin, çok mu aktif, hareketliydin. Değildim, doğru. Ancak o zaman bunun sebebi tamamen bendim. Dışardan bir etki yoktu. Şimdi özgürlüğüm kısıtlanıyormuş gibi hissediyorum.  İstesem de yapamam fikri çöküyor karabasan gibi. Sonra da alayına isyan moduna giriyorum ama kime isyan edeyim, el kadar bebeğe mi? İçimde patlıyor dolayısıyla.

Bu kısır döngüden kurtulmak için bir yol bulmam gerek.

27 Aralık 2013 Cuma

2013 bitiyor...

Anne olduğum 2013 yılını geride bırakıyoruz.


2013 yılı ile ilgili "Anne Olmak" dışında kalan herşey önemsiz görünüyor gözüme. Çünkü "Anne Olmak" öyle büyük bir değişim ki diğer herşeyi önemsizleştiriyor. Başka biri oldum. Yaşantım, hayata bakışım, önceliklerim, hobilerim, fobilerim herşey herşey değişti. Dün okuduğum bir blog yazısından beğendiğim bir ifadeyle, hayatın başka bir yakası burası.

Bu yakadan bakınca diğer yakada kalan önceki hayatım çok uzak görünüyor. Artık ben diye birşey yok, ben ve bebeğim var. Böyle düşününce bazen hafakanlar basmıyor değil tabi. Artık hiç bir anımı sadece kendi isteklerime göre planlayamıyorum. Tamamen bana bağımlı bir varlığı her an hesabetmek zorundayım. Bu çok ağır bir sorumluluk; o kadar ağır ki bana çok büyük bir stres olarak dönüyor. Bazen çığlık atmak geliyor içimden... Ta ki bebeğimin yüzüne bakan kadar.

Onun yüzüne bakmak bir anda tüm ruh halimi, duygu durumumu değiştirebiliyor. Sabahın 5'inde uyanıp bir iki oflayıp pufladıktan sonra bir anda onunla oynamaya, gülmeye başladığımı farkedince ben bile kendime inanamıyorum. Ben Allah'ın -insan ırkının devamı için- annelere çok özel bir duyguyu bebeğinin doğumu ile birlikte ihsan ettiğini düşünüyorum. Çünkü böyle ilahi bir dokunuş olmadan dayanılacak iş değil. Annelik duygusunun ihsanıyla birlikte tamamen bebeğinize bağlı bir duygu dünyasına geçiyorsunuz. O ağlayınca ağlayıp gülünce gülmek durumu işte... Ama neyse ki oğluşum çok ağlamayan mutlu bir bebek (tü tü tü aman nazar değmesin :)) ).

Velhasıl-ı kelam 2013 yılı nerdeyse bana ait olmayan bir yıl idi ve bitti. 

30 Ocak 2011 Pazar

Güzel Bir Söz

İnsanlara karşı işleyebileceğimiz en büyük günah, onlardan nefret etmek değil, onlara karşı ilgisiz kalmaktır. Bernard Show

27 Ocak 2011 Perşembe

aynalar koridorunda aşk...

bu başlık Mustafa Ulusoy'un bir kitabına ait. bir psikoloğun hastaları üzerinden yaptığı aşk -ya da bizim aşk sandığımz şeyin- tanımını içeriyor. eğer bu kitabı okumasaydım şu an ki ruh halim bundan çok daha kötü olurdu. yaşadığım tek düze ve dayanaksız hayatın bir sonucu kendimi çok değersiz hissediyorum ve bu değersizliği de sevdiklerimin bana davranışlarında değerliliğe dönüştürmeye çalışıyorum. ama kitabın da özet olarak söylediği gibi kaybettiğin sonsuz değeri, kendisi de muhtaç bir varlıktan ummak, umduğunu bulamamakla sonuçlanıyor. yani varlığını aynadaki görüntüye bağlarsan, aynanın yanlış yanılsamalarının ve belki bir gün kırılıp gitmesinin sende varlık problemleri oluşturması sonucuna katlanmak zorundasın. dediğim gibi o kitabı okumamış olsaydım, bugün sorunumun ne olduğunu bile anlayamamış olarak ciddi problemlerle karşı karşıya olacaktım. şimdi mesele sorunun çözümünü uygulayabilmekte. uygulayabilmekte diyorum çünkü sorunun çözümünü de sunuyor kitap. lakin, çözümü tek başına, destek olmadan uygulayabilmek işinde başarılı olamıyorum.
sonuç olarak tanımlı ve çözümü belli bir sıkıntının içinde boğuşup duruyorum. hatta bazen sorunumu ve çözümünü bilmemek daha mı az acı verirdi diye düşündüğüm bile oluyor. çünkü bu şekilde meselenin kendi irademe bağlı olması ve benim bu iradeyi gösterememem de dert.

19 Ekim 2010 Salı

başka biri!

beni benden alsak. yerine başka birini koysak!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

ayrılık hüznü...

şimdi anı biriktirme zamanı... her bakış, her hareket, her söz hafızamda daha derin yer ediyor... aç kalan vücudun yemek bulduğunda biriktirmesi gibi kalp de sevdiğinden uzaklaşacağını hissettiğinde anı biriktiriyor böyle. ayrılık hüznü gelip de yüreğin ortasına çöktüğünde, sakladığı anıları çıkarıp çıkarıp savaşabilsin diye.
böyle bilinmeze doğru bir ayrılık da daha mı zormuş ne... sanki gittiği yeri tanırsan daha kolaymış gibi de bilmediğin bir yere bir çok belirsizlikle göndermek de başka bir boyutmuş.
Allah'ım sen sabır ver hepimize...

15 Nisan 2010 Perşembe

Aşk...

Uzun zamandır böyle etkileyici bir roman okumamıştım. Hatta iki roman çünkü Elif Şafak'ın "Aşk"ı içinde iki kitap yani iki aşk içeriyor.Bir tanesi; belki de bu dünyaya gelmiş geçmiş Allah aşıklarının en büyüğü Mevlana ve dostu Şems üzerinden anlatılan ilahi aşk, diğeri hayatta durması gereken yerin durduğu yer olmadığını 40'ında fark eden bir ev hanımı üzerinden anlatılan beşeri aşk.
Doğrusunu söylemek gerekirse beni en çok etkileyen Mevlana ve Şems oldu. Hayata, dünyaya ve Allah'a bakışları sarsıcıydı.
Ayrıca itiraf etmeliyim ki Aşk'ı uzun süre alamamıştım sırf pembe kapağı ve Aşk başlığı nedeniyle. Konusunu, yazarını bilmeden bir ön yargı geliştirmişim kitaba karşı, alırken zorlandığımda farkettim. Ama Elif Şafak'a hayran oldum bu kitapla. Uzun zamandır kelimeleri ve Türkçe'nin güzelliklerini böylesine kullanabilene rastlamamıştım. Gidip başka kitaplarını da aldım.
Kitabın aslında İngilizce yazıldığını ve dünyada da beğeni kazandığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Bu kitapdaki yazım tarzı bir çeviri olamayacak kadar Türkçe idi. Ama daha sonra Elif Şafak, bir röpotajında kitabın aslında çevrilmediğini, iki dilde iki defa yazıldığını söylediğinde anladım işin aslını. Hatta başka insanların da özellikle erkeklerin benim gibi pembe kapağa karşı ön yargı ile yaklaştıklarını ve sırf bu nedenle kitabın bir de kül rengi kapak ile basıldığını öğrendim.